3 Kasım 2009 Salı

"KIŞ" LATİFE(si)


Kış geldi.
Bütün içine almışlığıyla bizi güneş;
Turuncusunu maviye gizledi.
Soğuk bir rutubetle beraber sonra;
Yaz gitti.
Sonlandırmayı beceremeyeceğimi sandığım bir ödevdi sanki
Son damlalarımla ayağa kalktım, topladım sokaktan kendimi.
Hatırladım içeri titreyerek girdiğimde;
Hatırladım... Yoktu hiç "ev" gibisi!
Kış geldi.
Dışımı buğulandırdı içimi ısıtırken bir kadeh sıcak şarap gibi.
Kabuğum sonbaharda; galiba sevdim yeni derimi.
Kat kat giydirdim onu, sardım sarmaladım.
Kış geldi,
Bronz anılarımın hepsini naftalinleyip kaldırdım.....

26 Ekim 2009 Pazartesi

İKİ (yazıyla) 2 (rakamla)


Başka rakam yok aritmetiğimde
Varsa yoksa 2; yanıp söner zihnimde
Bir ben, bir diğer benden ötedir...
Kalbimin mezarlığı şahsın 3.tekilinde

Uğultular, yırtıklar oluşturdu
Auramın dış çeperi bozuldu
Sabretmenin sesi çıkmaz oldu
Dokun sen yine İKİ arada bir derede

Ya siyah ya beyaz diyorlar;
Bilirim ki dinlemeyince, duyamıyorlar...
Hep "bana" gelsin diye sıra; sözlerini bekletmiyorlar...
Aslında tüm cevaplar İKİsinin arasındaki gride

Alacakaranlığımı uykuma gömdüm
Özümün YARISI gündüz YARISI gece
Kim demiş, yuvarlak ve döner durur....
Dünya bir ÇİFT boynuzun üzerinde

21 Ekim 2009 Çarşamba

ÇUVALDIZ

Her sabah affettiğim yeniden
Ve döndüğüm sırtımı gün sonunda bile bile;
Olduğum yerde yürüdüğüm bir koşu bandının üstünde;
İsmini LADES koyuyorum içimde çarptığını sandığımın,
Soyadı meçhul her münasebetimin kalori kaybı yine kendime!
Artık yumruğum kadar olmadığını bildiğim küçük kalbimde;
Gri skalanın Tarantino kırmızıları var.
Bilirim bu benim paletimden değil;
Problem yorgun karbon kağıdımın bıraktığı lekelerde...

Kimim ben,
Bu kendine küsen her gece?
Ve uyanan dünyanın en uykulu büyük gülücüğüyle...
Sabitlerimi aldıralı çok oldu;
Hoyratlığınızı kapının dışında bırakın, dikişlerim çok taze!
Kabul ettim ve sevdim kaderimi de; küllerimi de...
Akışkanlığım alışkanlıklarıma muhalefet;
Bendeniz nacizane Şık Latife!

19 Ekim 2009 Pazartesi

SEN DE Mİ BÜRÜTÜS ???


Göründüğü gibi değil dediler bana,
Sadece rengi değil başkalaşan yaklaşınca.
Ve sonu gelmeyen cümleler kurdular;
Göndermeler hep biçimlerimizin "sözde amorfluğuna" ....

Konuştuğun ben miyim;
Yoksa konfeksiyon kimliğim mi ambalajıma tıkıştırdığım?
Bir pasta yemek kadar kısa zamanlarda;
Eşittirimin sağlamasını ben bihaberken yaptığın.

"Öylesine bir boşluk"
, diye anlatmaya başladığın
Ve gerisini asla bağlayamadığın asitli akşamlarda
Alternatif sonları sonraki geceye ertelemek;
Ve güzel kafanı hiç yormamak gibi neyin ne için varolduğuna....
Çok uzağa gitmeye gerek yok dostum;
Tasarım dediğin şey hep insan bazında.......

12 Ekim 2009 Pazartesi

2 satır


Aceleciliğimizin bu dijital sesi!
Başımı şişiren; mahveden beni....
Durmadan bitirmek için didindiğimiz bir koca tabak yemek gibi
Yüzümde gördüğün hazımsızlığın ifadesi aslında;
Sorun; birbirimize birbirimizi sunduğumuz porselen tabaklarda
Em beni, al içimden içini
Kazırız ruhumuzu sonrasında nevresimlerimizden nasılsa....

New-age felsefeleri namına; farkında'lar yukarı!


Bir şekilde hepimizin kıyısından köşesinden vakıf olduğumuz bu yeni çağ konu başlıklarının en öne çıkanı "farkındalık" . Farkında mısınız? Kendinizin yaşadığınız evrenle olan uyumunuzun, efendime söyliyim bir kara sineğin siyatik ağrısına iyi gelebileceği ihtimalinin falan? Ben daha çok FARK'INDAYIM . Yani büyük resmi görmekle ilgili bir problemi olmayıp, her ne kadar ucunu bucağını salıvermiş olsam da içimdeki 21 gramın, yine de elimdeki kürdanla ayrıntıları ayıklamaya çalışanlardanım.

Biz bin dokuz yüzlülerin çocukları , 2020 yılında uçan ayakkabılar giyip, havada asılı kalarak tenis falan oynicağımızı zannedenler olarak, bu yeni dünya felsefelerine en kolay sarabilen insan grubuyuz galiba. 2020'ye 11 kala, daha uzun bi süre jetgiller ambiyansını yakalayamicağımız gerçeğini kabüllenerek, en azından kafasını yukarı kaldırabilmiş bir avuç hüymınbiyingden bahsediyorum burda. Yukarıda görmek icab eden bir bulut, yıldız, uçan daire ya da ilahi güçler olduğundan da değil; olmadığından da değil elbette. Renki renklibalonlar yüzünden hep. İpleri avuçlarımızın içinden salına salına kayan; her biri büyülü ve bir toplu iğneyle patlayabilicek kadar güzel balonlar...

Boommm!

Ne bekliyordun ne buldun da kaçtın hemen dışarı?
Hepsi benim olsun, herşey benden olsun kafası.
Aynada kendi gözünün içine bakabilerek ezdin mi hiç egolarını?
Hani farkındaydık, hani sindiriyoduk bu kozmik yasaları?
Bırak artık vitrinine çekilip sanat eseri taklidi yapmayı...
Şimdi etlikle sütlüğü katagorize et bakalım ikiye ayırıp beyninin loblarını.....

...Ve bil; senden olmayanı ötekileştirdiğin sürece hiç “senden” olmayacaklarını.

20 Eylül 2009 Pazar

KUSMUK



Dünyanın harfini yuttum,
Midemde küçük ünlü uyumsuzlukları,
Ses benzeşmeleri ve kıpkırmızı kelimeler var.
Özsuyum latin alfabesi ama
Öztürkçe değil derdimi anlattığım cümlelerim....

Dünyanın harfini kustum,
Üstüm başım ünlem işareti!!!
Boğazıma takılan virgüller istifra sebebim,
Yarım ses duraklama sorunum var;
"Es"lerden istifa ettim.
Derin bir nefes alıyorum onun yerine;
Sonra konuşmaya varmıyor dilim...

Dünyanın harfini sustum,
Ne altyazı, ne işaret diline simultane tercüme;
Ne virgül;
Ne nokta.
Dur durak bilmez bir imlasızlık içindeyim.

VİTRİNİME DEĞİL, İKLİMİME BUYRUN BEYLER!...

Şöyle sağdan sağdan! Tek sıra halinde... Evet... Kendi aranızda konuşmazsanız sevinirm arkadaşlar! Vitrinciler kırmızı; iklimciler mavi kapının önünde sıraya girebilirler. Kırmızı kapı önünde çok yığılma oldu, hah, açın kapıyı bi zahmet. Yangın merdiveninden doooğğğruca aşağı süzülünüz lütfen. Heh, şimdi söz alıp teker teker konuşunuz lütfen.

Megolamania'ya hoşgeldiniz mabedimin isim babası sevgili karşı cins arkadaşlarım....
İçeri girer girmez dikkatinizi çekti bilirim içimin bu hür ifadesi. Aklına ne eserse yapan kız kafası. Bakışlarınız parıldadı, gördüm o anı.

Nazik bir hanımefendinin davranışları gereği buyur ettim sizi. Fazla östrajen salgımsa kahve ikram ettirdi. Konuştuk uzun uzun. Ne de çok ortak özelliğimiz varmış, ne de çok şaşırdık karşılıklı gülümseyerek! O zamana kadar başımdan geçenleri yüzde yüz konsantrasyon ile ne de dikkatli dinlediniz yaşadıklarıma üzülerek. Başımı omzunuza yasladınız, ellerinizle gözyaşlarımı silerek...

Gel zaman git zaman adresler ezberlendi, kestirme yollar keşfedildi körükleyen kavuşma isteğini. O güne kadar lugatta olmayan kelimeler türetildi. Aitlik, sahiplik oldu paylaşımın ta kendisi. İçimdeki hür kızın yüzü asılınca, faturaların hepsi ona kesildi. Kapıyı gösterince de, buz kestiniz. Halbuki havalar pek sıcak değil miydi?

Aaaa, yarınız nerede?
Çok mu sıkıcı yoksa bu bilindik hikaye? Ortak yanlarımızdan bahsedicektik daha, kahveler bitti, likör faslı vardı balkonda! Ben ayrı ayrı tükeltimesinden yanayım ikisinin çünkü... Çok pardon, bunalttım mı sizi acaba, yüzleriniz düştü?

Gidiyorsanız çıkmadan kapının hemen sağındaki deftere yazınız, kalem de var tükenmez. Kafanızın içindeki duyamıyorum, duyamadım da, adı üstünde İÇ SES! Bir zamanlar kafamızın içinden konuşurduk hani; çırılçıplaktık, sarılmazsak üşürdük ister istemez... Siz de iyi bilirsiniz ki iletişimin bu hali hiçbir dile benzemez....

Zaman mühim değil, siz yeter ki yazın rahat rahat...

Biraz fütursuz olmak gerektirir dışınızdaki hayat

Dahiliyetinizde, haricinizde bulduğum tek gerçek şudur ki;

Yana kalan kar; ruhumdan sağladığınız rant...

DURMADAN KENDİ KENDİNE KONUŞAN KADININ HİKAYESİ

Bir varmış, eh bir de yokmuş tabii. Zamanların en garip halinde, dünyanın durmasına çok az kala bir ülke varmış. Yerkürede olup biten herşeyin kendi etrafında döndüğüne inanan insanlar yaşarmış bu ülkede. Öyle ki; birbirlerini kadın-erkek; zengin-fakir, akıllı-aptal, inanan-inanmayan diye ayırmaya bayılırlarmış. Bu ülke 2 katlıymış bir de. Alt katta soyutlanmışların kurduğu minik ayrı bir yer varmış. Dünyanın merkezine daha yakın yaşayan bu soyutlanmışların arasında, bir de genç kadın yaşarmış. Bu kadını diğer soyutlanmışlardan ayrı kılan, zaman zaman yüzeye çıkıp diğer dünyayla da iletişim içinde olmasıymış. Hep konuşur dururmuş kadın. İletişimin en yoğun haliniyse, yine kendisiyle kurarmış. Deli derlermiş ona diğer bütün delirmişler.

Genç kadın, daha çok küçükmüş keşfettiğinde içindeki en ağır bireysel silahını. Arkadaşlarıyla top oynarken bile arada davranırmış ona bir can havliyle. Telaş, onun yaşam skalasında bir fırtına gibiymiş her zaman. Bilirmiş bunu da; 10'a kadar saymayı öğrenemediğini bilirmiş her zaman.

Rakamın 2 olması, kendini baskı altında hissettirmiş hep. Dürüstlüğünün götürüsü, cildinde derin yara izleri açtığından; üst katta daha bir acıyormuş canı. Alt kattaysa dayanamadığı bir havasızlık varmış. Üstüste insanlar, yanyana insanlar ve bir büyük grup halinde gezen; doğruyu en az yukarı kattakiler kadar kendilerine mal eden insanlar, onun havasını soluyorlar; genç kadının klostrofobik küçük bünyesine taştan duvarlar örüyorlarmış. O ise; bir şekilde bir yere ait olması gerektiğini öğreten okullara gitmiş; kendini küçük renkli kutulara kilitlemesi gerektiğini öğreten bir de. Kendini allayıp pullamayı da severmiş; dağıtıp saçmayı da sağa sola. Hiçbir zaman 2 katında da ülkesinin kabul görmemiş, sesli düşünmese de insanlar, o anlarmış hep.

Gel zaman git zaman, iki kat arasında başka bir yer daha keşfetmiş. Bir çeşit arafmış burası, insanlar onu görünce şaşırmamışlar, hemen buyur etmişler yanlarına. O ise çok şaşırmış bu sıcak tavrın karşısında.

Hiçbir yere ait olmayanların sınırları yokmuş. Dünya bile değilmiş belki onların gidebildiği son nokta. Genç kadın ömrü hayatında ilk kez ferahlamış. Kendi kendine beyaz tebeşirlerle çizdiği sınırların üzerine kova kova su dökmüş, su serinletmiş ruhunu. İplik iplik açılmış yumakları, dağılmış dokusunun tortuları...

Kendi kendine konuşur dururmuş konuşmayanların ülkesinde
Bir bir dökülürmüş zihninin kabukları eteğine
Uzaklaşıp zaman zaman baktığında kendi bedenine
Aidiyetsizliğin özgür aurasını görür olmuş sonunda;
Çerçevesinin en dış çemberinde................
.......

18 Eylül 2009 Cuma

uyumaya mecali olmayanların kıraathanesi


Sanılmasın ki bu bir yılgın tavır; aksine...
Derimin altında gece gündüz devam eden bir şehir kurdum ben!
Sensörlerim güneşin gidişini algılamayacak kadar gelişkin içimde.
Organlarımın ritmi azıcık bozuldu yalnızca;
Ayın ucundan biraz daha fazla tutayım diye......................
........

Daha çok evrene paralel olmak istememekle ilgili bu.
Parmak uçlarıma kadar karıncalı bir gecede;
Dikey eksenlerimin sınırları zorlu.
3-5 rüya eksik başlicam güne topu topu.

Suç bende de değil; bir suçlu bulacaksak illa ki
Birbirini özlemeyen gözkapaklarım var,
Ve tabii saymazsak 4'ten önce yatmayan annemi.
Bana kalan fısıltılarımdan alırım öğüdü, çocukluğumdan beri.
Benimkisi biraz delilik, manik; hafif bir şizofreni!

Edakız der ki; bundan tez yok daha az alkol tüketmeli
Yemeli hapur hupur annenin verdiği cevizleri
Yoksa durur düşünürsün hep;
Ne ile besleyeceğini beyninin içindeki pembe küçük filleri................

BENİMKİSİ SADECE DUDAK TİRYAKİLİĞİ


Uçlu bucaklı bir özgürlük benimki
Hukukumla günahlarım aynı odada;
Yalnız köşelerim biraz incitici!
Sen en iyisi kaç bi "kenara" ...

Makbul olan bire bir uyumlanma;
Kimyam bulanır susup biriktirirsen içindeki irini;
Ben içime çekmiyorum zaten;
Benimkisi sadece dudak tiryakliği!

EN feminEN - ANNEYE MEKTUP


ANNEM, SEN ÜZÜLME AMA;
ONLAR HEP “YAPTIKLARINI” SANDILAR
KALBİMDEKİ DELİKLER ÖNEMLİ DEĞİL;
BENİM DOĞAL ANTİ-BİYOTİKLERİM VAR
BEN BÜYÜRKEN DÜNYA DAHA GARİPTİ
SANMA Kİ SADECE BENİM BU SORUNLAR
BACAĞIM İYİLEŞTİ ARTIK
SAPASAĞLAM BASMAYI ÖĞRENİYORUM BU ARALAR
SENİN KIZIN OLDUĞUMU HİÇ UNUTMUYORUM;
GÜZEL ELLERİN BİLİRİM; HEP SIRTIMI SIVAZLAR!

EN feminEN 4


“ANNE BENİ BANA ANLATMAYA KALKTILAR”
Müdahale edilme mekanizmalarını kilitleyip,
Müdahale canavarı oldular.
Kendi yetiştirdikleri nanelere bakmadan,
Tükettiklerime karıştılar.
İğneyle çuvaldız hikayesini duymamış gibi yapıp;
Sanki onlar değilmiş gibi beni böyle tanıyan;
Hadsizce değiştirmeye çalıştılar.
Oysa bilmiyorlar mı ki;
Masamın üzerindekiler onlardan da önce de vardılar…..

EN feminEN 3


“ANNE, BENİ HEP YANLIŞ ANLADILAR”

Yemeğin tuzunu mevzu yapıp,
Faturayı da bana çıkardılar.
Sen beni neden müteşekkir büyüttün,
Soruyorum şimdi sana!
Ufacık bir gülümseme bile yeter oldu artık bana…
“Her işin üstesinden gelme” dediğinde sen;
Anlamaz, bakardım uzaklara!
Benim hala pufuduk terliklerim var ayağımda.
Kalkarsam sendelerim;
Suyunu git kendin al;
Mutfak hemen sağ tarafta!

EN feminEN 2


“ANNE, BENİ NE SANDILAR”

Ben dile gelince korktular
O kadar mı plastik gözüktüm dışardan?
İçimin boşluklarını doldurabileceklerini düşünüp,
Yetemeyince kaçtılar.
Oysa herkes iyi bilir ki;
Kimsenin dolduramayacağı boşluklar onlar!

EN feminEN 1


“ANNE, BENİM HEP KALBİMİ KIRIYORLAR”

İçimden çıkarıp, ellerime veriyorlar!
Üzerimden geçtiklerini sandıkları sözgelimi aşklar;
Beni, bana küstürüyolar!
Oysa bilmiyorlar ki,
Aşkın malzemesi sentetik değil;
Yüzde yüz pamuklu ve delikli!
Yutkunduğum her durakta içimde yüzen;
Aslında ruhumun proteinleri!!!!

İÇSES.. İÇSES...! bak sana şiir yazdım. Daha doğrusu ben konuştum sadece, baktım şiir olmuş....

İçses... İçses... Duyamıyorum seni, neden ki?
Bir yerde bir temassızlık var, biliyorum ama bulamıyorum neresi?
Kendini bana duyurmaya çalışıyor gibi de değilsin son günlerde.
Kaybetmişim bulamıyorum; ara kablolarımız nerede?
Düşürdük jakları heralde tek tek;
Fevkalade bir kalabalığın içinde...........

İçses... İçses.... Mikrofon kullansan kablosuz?
Aramazdaki camlar öyle kalın ki;
Belki parçalanır, kırılır tuz buz
Sen sen ol;
Sessiz sedasız düşünme
Bağır bağırabildiğince!
Kendi ellerimle kitlediğim kapıları aşamayan sözcüklerim
Döner gelir bana belki
Yüksek volümden ziyade.

İçses... İçses... İçime boşalttın tüm cümlelerini
Şimdi kussam bile faydasız;
Geri gelmez acılarımın güzel kafiyeleri
Acı mı dedim? Ne oldu?
Sanki biri benimle konuştu.
Dönüşen ve değişen bir şeye aşık olmak gibi
Hep bildiğin senaryo, bunun ta kendisi!

İçses.. İçses... Günlük taze tortular mıydı seni bana susturan?
Öyle çok konuşmadın ki, ürktü seni seslendiren adam
Ben bir gevezeyim, dışsesiyim ruhumun;
Kendi dublajını yapmaya bile vakti olmayan...................
....

17 Eylül 2009 Perşembe

A.Ş.K.

Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde..
Tüm çıkmazlarını sel basmış, yolların su içinde.
Dibe dalmak yasak, dibin balçık içinde...
Yeniden doğum yapan bir kadının sancısı gibi şimdi aşk.
Acısını bile bile yeniden tohumlanmasını istediği bir can gibi içinde...
Dengeleri şaşmaya gelmeyen;
İki kişilik bir cumhuriyet bir ince ip üzerinde...

Aldığın her nefes
Şimdi hapsoldu
Kaldı özünde

.
.
.

İstanbul, 10.02.2009

10 SANİYELİK ÜREME MESAFESİ HAYAT

Fazla kasmamak; abartmamak lazım.
Elimize kıymık battı diye kendimize kangren teşhisi koyamayacağımız gibi; ufak dertlerimizin adını buhran koymamak lazım...
İnsan ilişkisi denen ilişki türünü, halkla ilişkiler gibi sosyal bilim konularıyla karıştırmamak; empati denen basit yöntemle ruhumuzu kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğurmak lazım.
Hepimizin bir zamanlar ÖSS'ye maruz kalmış insanlar olduğumuzu düşünerek; hayatımıza insanlar alırken çoktan seçmeli kriterlerden ziyade, kahve eşliğinde uzun ve keyifli mülakatlara başvurmak lazım.
Dünyanın en özverili ak kaşığı olduğumuzu söylemek yerine, kendimizi evin en sivri çatal ve de bıçaklarıyla düzenli aralıklarla dürtmemiz lazım.
Manavdan alışveriş yapmaktansa, nazik popolarımızı kaldırıp neşeli amcaların ucuz ve hormonsuz domates sattıkları yurdum pazarlarına gitmek lazım.
Zamanında atalarımızın üşenmeyip bizim için hazırladıkları "atasözleri ve deyimler sözlüğü"nü hergün en az 1 saat okumak; sonra da bunu dost meclisinde arkadaşlarımızla tartışmak lazım.
Tez zamanda ergenekondan bir şekilde göz altına alınıp, memleketimizin aydın kesimine dahil olmak; sabah yerine cumhuriyet; süphaneke yerine de bolca kitap okumak lazım.
Uyumak lazım, çok uyumak hem de.
Bütün bu lazımları hergün kendine tekrar edip, günün sonunda hesap kesimi sırasında bütçesinde açık çıkan biri için, evet; daha fazla uyumak; daha fazla dinlenmek lazım.
İdrar yolları enfeksiyonunu idrar söktürür düşüncesiyle bira ile tedavi eden zihniyete bir dur demek; bunun yerine daha makul yollara başvurup yasemin aromalı yeşil çay tüketmek lazım.


Fazla kasmamak; abartmamak lazım.
Çayın içine azıcık da süt koy Kazım.
Gelinim sen anla; sana söylüyorum kızım;
Telleri koptu, sustu artık benim sazım.
Edakız der ki; çok geç kalma erken yat;
unutma ki "10 SANİYELİK ÜREME MESAFESİ" hayat...
Sen sen ol terli terli soğuk su içme;
Bu aralar bizim fırının ekmekleri pek bir bayat.....


Beni anlayan varsa parmak kaldırsın.

İBADET

İçimdesin hissediyorum.
Ağzımdaki mevcut sigara tadı bile engellemiyor damarlarımda akışını.
Binlerce kristal parçasısın, canımı yakıyor özünün ışığı.
Ben senim, sen bensin şimdi;
Böylesine bir zamansızlık mutlu eden beni;
Oysa ki bu yalnızca "biz"den dolayı
Korkumu özgür bıraktım yolunda
Kavuşacağımızı bildiğim için eninde sonunda
Tek "aşk" bu beni yakan.
Sensin tek gerçeğim.
Bana şah damarımdan yakın olan.

Hormonlu EGOLARIM

Domates mevsimi değilmiş bu ara...
Oysaki benim kahvaltı masamın vazgeçilmeyen tek dekoru domates ve zeytinyağı ikilisi...
O yüzden şu dönemki huysuzluğum affola...
Hırçınlığım en sevdiğimi incitmek adına değil, kendi kabuğumu aşındırıyor yalnızca.
Ama biliyorum ki mevsimi gelicek yine domateslerin,
Ayağımızda şıp şıp terliklerimizle alıcaz pazardan;
Hem de en güzellerini kilosu sadece 50 kuruşa ,.
Bu buhranın tek sebebi domatesler biliyorum.
Hepsi, hormonlu domateslerden dolayı....
İçsalgılarımsa son günlerde hep zamansızlıktan yana;
Zamanı gelmemiş her şey şu aralar hormonlu bu sebepten bana..
Bana ve biricik egolarıma.................

*Bir kış vakti yazılmıştır