1 Ağustos 2010 Pazar

Öd Kesemdeki Yeşil Havai Fişekler...


Her seferinde kategorize etmenin daha da sancılı olduğu kirli çamaşırlarımı ayıkladım bu gece. Elbet nevresimlerin yeri ayrı; havluların yeri ayrı olmalıydı çamaşır makinasız evimde. Flashdance soundtrackleri eşliğinde dans ederek katladım bir bir yazlık-kışlık ne varsa. Bir başımdan aşağı bir kova su boşaltmadığım kaldı. Onu da toz olur mazallah diye kapının önüne boşaltıverdim.

Duş aldım. Akabinde bir parça sakızlı dondurmadan hiçbir farkı olmayan omzumdan öpüp, kendimi kutladım.

O sırada aynayla gözgöze geldik.
"Hacım" dedi, "Hayırdır?" "Hayır" dedim, "Hayır!.. 12 Eylül'de referanduma hayır dicez zaar", dedim.

"Eee" dedi "peki ya tutmazsa?" Tabii orda durur muyum, hemen yapıştırdım lafı: "Beyin göçü, beyin öcünü döver; biz haydi haydi uzarız uzak diyarlara " dedim.

Oysa kafasını çevirdi.
"Sen bu kafayla..." diyerek lafını bile bitirmeye tenezzül etmedi.

Aslında o da bildi, nasıl da bilemediğimi.

Her neyse, sonra kapı çalındı.
Tantuni Cumhuriyeti Eskişehir'de, yine bir yanlış zile basma vakası sonucu aç karnımı hatırlayıp öylece kalakaldım.

Odama gittim. Bir bebek kadar mutlu ve huzurlu uyumaya hazırdım ki... Sokaktan geçen her bireyin gölgesinin evimde karşılık bulduğunu unutup, hırsız var sandım. Normal şartlarda bu gibi durumlarda bikaç saniyelik düşünme payı var zannederdim. Hiçbişi düşünmeyip çığlık atmaya başladım. Dışarı çıkıp "kimsin seeeeeen" diye bağırmaya başlayınca
dişi komşularım ve bir adet golden retriever marka köpecik olay yerine intikal ettiler. Zaten kıç kadar parmaklıklı evime, kedi ve fare harici canlı giremiceği için; yalnız olduğuma en sonunda kanaat getirdim.

Sonrası biraz acı oldu.

Korku filmlerinde gereksiz panik yapıp önce ölen o gerizekalı kızıl saçlı kızlardan hiçbir farkım olmadığını anladım.
Omzuma bir öpücük daha kondurup, hayatıma devam etme kararı aldım.

Huzurun çıktığı kapıdan, paranoya girdiği için de kendime en demlisinden bir kahve yapıp korkularımın kalbine kazık saplamak üzere doğacak olan güneşi beklemeye karar verdim. Tabii zedelenen ses tellerim dolayısıyla girdiğim öksürük krizlerine değinmicem bile.

Son olarak da yalnız yaşamayı bir daha değerlendirdim. Yalnızlık hiç de öyle yıllarca onu koyduğum yerdeki gibi korunaklı ve güzel değilmiş kardeş.

Evde bütün ışıklar açık. Aynı hudutta bulunduğum arkadaşlarım; üşenmez iseniz buyrun gelin.
Kahve var, bisküvi var.
Ben sabaha kadar zindeyim.

Yatmadan,
Tanrı günün birinde kendi evimizde korkmadan yaşama ihtimalimizi korusun, derim.
Amen.

İmza;
Öd'süz Latife

2 Mart 2010 Salı

BUYRUN, NASIL YARDIMCI OLABİLİRİM? KAFANIZA KUŞ KONDURMAMI DA İSTER MİSİNİZ??


ÖZÜR:

Gece dışarı çıkılan insanlar genelde ikiye ayrılır:
Çalışanlar ve çalışmayanlar.

Ben de bu hususu göze alarak, hayatıma sadece öğrenci olarak devam etmek istememe kararı aldığımdan beri, itiraf etmem gereken bir şey olduğuna karar verdim. Eve gidip bi an önce uyumak isteyen "çalışan" arkadaşlarımdan; en başta onları yaşlı, isteksiz, mızıkçı ve huysuz olmakla suçladığım için özür dileyerek başlamak istiyorum.

Çünkü hemen her akşam billur tuz ve leğen eşliğinde ayaklarımın sancısını dindirmeye çalışıyorum.

Dışarı adımımı, gitmek durumunda olduğum mevkiler haricinde;
bir tek tuzlu çekirdek almak için bakkala atıyorum.

Rüyamda nemrut kadınlara şapka, nevresim takımı ve bardak seti satmaya uğraşıyorum.

Ve 2 satır yazıcak zamanı bile bulamamak bir yana, arada zorunlu ihtiyaçlarımı ertelemek durumunda bile kalıyorum.

PAZARLAMA DÜNYA'M:


Yurdumuzda "aman çoçuğuuum, sen aklını başka şeye yorma, bitir güzel güzel okulunu" başlıklı hareketten yola çıkılarak, "iş" denen şeyi, üniversitenin sonrasına aktaran muhteşem mantaliteyi çöpe atarak; hayatım için güzel bişey yaptım ve hizmet sektöründe ben de yerimi aldım!

Parlayan gülümsemem ve "ben de bundan aldım, o kadar memnunum ki" biçiminde fişteklerle, tatlı tatlı satış elemanı oldum!

Tabii şişko bir teyzeye ona hiç yakışmayan o ceketi yalan söyleyerek asla satabiliceğimi düşünmüyorum vicdanımın sesini dinlediğimde ama, yine de genelde gıcık olunan o ibareyi ben de söylememiş sayılmam: "Ben kendim şahsen bizzat kullanıyorum bu ürünü, hiç bi sıkıntı yaşamadım.. Anneme de aldım hatta bi tane! Alın bakın, çok memnun kalıcaksınız..."

Yapıcak bişey yok.
Ne kadar network, o kadar köfte...
Faking marketink vörld....

ÖLÜMÜNE PAYLAŞILASI DİOLOGLAR:

Bir kısım insan için zamanımı gereksiz, kendi alanımla alakası olmayan ve sebepsiz yere deli gibi yorulduğum bir yerde harcasam da (!) , hemen her yemek aramda kağıtlara karaladığım karakter analizlerinden bir roman yazıcağım kanısındayım ben. Bu öyle birşey ki; hayatınız boyunca her ne kadar alışveriş merkezlerinde tuvalet temizleyen teyzelere iyi davranmış, efendime söyliyim giyim mağazalarında çalışan personele özenle yaklaşmış olsanız da; kasanın diğer tarafından görünen manzara oldukça farklı. Örneğin komik olaylara, insan gibi tepki verip haldır haldır gülebilmek yerine, en kısa yoldan depoya ulaşıp, 2 saniyecik kopabiliyosunuz ne yazık ki...

Geçen gün mağazaya gelip beni ardı ardına bombardımana tutan bir grup günden çıkmış kadın güruhu ile yaşadıklarım sonucunda, içimde yaşattığım mizahi çorap cini ve fillerim yüzünden işten atılabilirdim mesela.

Arka arkaya duyduğum diologlar aynen şöyleydi:

Müşteri#1 : Bakar mısınıııızz? Bunların şimol bedenlerinden kalmadı mı?

Ben: ??? şimol ???

Müşteri#2: Pardooooooğğn.. Şu geçen günkü takı şemşiyelerinizden var mı?

Ben: Takı? Şemşiye? Hı.. Onlardan kalmadı hanımefendi...

Müşteri#3: Ay bi baksana güzeliiiim... Yaaağğğ şu çocuk botlarının 12 yaş için olanı yok mu? Bizimkinin AYAKLARI BİRAZ ETLİ DE, olmadı bu...
Ben: !!!!!!! ETLİ AYAK MI? (dehşete kapıl, depoya kaç)

Müşteri#4: (2 gündür gelip gelip Uludağ'a gidiceğini söyleyerek bütün kayak giysilerini denemiş olmasına rağmen...)

-Baksana... Bu SINAVBORT pantolonlarının daha renklisi yok mu? Bu çok kahverengi de...

Ben: (O an itibariyle yeşil renk suratımla.. elbet içimden) Peki ben sizin yüzünüze kussam, kahverengiyle hoş bi ahenk oluşturmaz mı?


YASAKLAR LİSTESİ:

Artık "kapitalist düzen.. hede hödö..." diye başlayan her yazıyı okumadan kenara koyduğumuzu ve içinde bulunduğumuz bu koca dünyayı "sistemin çarklarında nasıl da ezliyoruz.. " diye betimlediğimiz lirik girişimlerden uzak durduğumuzu varsayarak , "insan" denen çok hücreliyi yerinde ve zamanında inceleme fırsatı veren sevgili işverenim tchiboya teşekkürü bir borç bilirim.

-oturmak
-yaslanmak
-kaykılmak
-telefonla konuşmak
-eğri durmak
-büğrü durmak
-ortalık bomboşsa öylece durmak
-sana bi bok parçasıymışsın gibi davranma haddini kendinde bulan mikro-beyinli müşteriye çemkirmek
-aynı müşteri sırf senin çalıştığın yerden parasıyla çorap satın alıyor diye seni de promosyon ürünü olarak torbasına atabileceğini düşündüğü için, o torbayı onun kafasına geçirmek,

-10 kolun, 58 gözün, 93 adet duyu organın olduğunu sanan insanların sabırsızlığı karşısında, elindeki kaynar sütü onların üstüne olduğu gibi boca etmek falan yasak mesela.


Bunca yasağın arasında neyi ne için yaptığını düşünecek fırsatı yaratmamak, 2 saat tuvalete gidememekten daha vahim ama.

Öyle ki, birilerine tahammül etmeyi öğrenmek falan da değil bütün mesele.

3. boyutu önce anlama; sonra anlatmaya çalışmak dümdüz bir platformun üzerinde.

BİRAZ DA ŞİİR KÖŞESİ:

HER ŞEY SİZİN İÇİN.

SİZ DEĞERLİ MÜŞTERİLERİMİZİN MEMNUNİYETİ İÇİN.
UYGUN FİYATLAR, EKONOMİK MENÜLER...
VE HER SABAH TAZE KAHVENİZ;
DAHA AÇIK OLSUN DİYE ZİHİNLERİNİZ!

MAKARNANIZ, SALATANIZ, ÇORBANIZ;
3'Ü Bİ YERDE,
SMALL, MEDIUM, LARGE;
RENK RENK, HER BEDENDE...
BİLİRSİNİZ, SINIR YOK HİZMET SEKTÖRÜNDE...

NE DE OLSA FAZLA SOĞUK PİKNİK YERLERİ,
ZERK ETMEYE NE HACET BÜNYEYE FAZLA OKSİJENİ?
ZAHMET ETMEYİN HİÇ,
YÜRÜR SİZİN İÇİN MERDİVENLER...
EVİNİZDEN FARKSIZDIR ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ....

...Diyerek hepinize ahenkli günler dilerim.

Gelin de kahve yapiyim bir de... Pek yeni, pek güzel şeyler öğrendim :)

KAPANIŞ:


Tanrı beni; fillerimin kapris küpü kadınlara püskürme ihtimalinden korusun, saklasın... Amen.

İSMİN 6'INCI HALSİZLİĞİ


İç dünyamın çivileri çıkık

Pazar

      yeri

          gibi

               kalbimde.

Ambalajlıları tezhah altına koydum,
Teşhir ürünlerim soyunma kabininde.

Korkmadım sandım döküldükçe,
Dışavurumum aslında benim esaretim.
Hani toprak olacak ya nacizane bedenim;
Sormazlar mı adama neden diye...
İşte hep ondan, hep ondandır özgürlüğü ifademin.
Benim yalnızca kafiye endişem var;
O da ismin sadece 5 halinde...

Yine sondan başladım yazmaya,
Aşağı inmek yerine itinayla yerleştirdim kendimi nazikçe espaslara
Göz görmez satırlara,
Miniskül dipnotlara....

Kim bilir belki
Eksik parça bendim bütün bu kompozisyonda....

İSRAF


Taşan kısmımı döküyorum toprağa
Filizleneyim diye yeniden
Ruhumu israf ediyorum ilk defa
Artık Biliyorum.
Dolaplara kilitleyince değmiyor güneşe dallarım.
Atıyorum çöpe fazlalıkları
ki tıkanmasın damarlarım.
Sonunda anladım.

Özümsemeden özümü; görünmediğini yolların.


Kendi suyumda durulandım
Muhafaza değilmiş meselem,
Çözümmüş meğer zayiatım.

DÜŞ!(me)

Mavi küçük kuşlar var
Siyah-beyaz filtreli rüyalarında
Ancak kanında üretince ketamini;
Yapışır renkler manyetizmana.

Tabir-i artık caiz halüsinatif gerçekliğinin
Boşluklarını içine doldurduğun sandığında yaşıyor,
Bağımlılıklara kalpten bağlı benliğin.
Etraftaki bu naftalin kokusuna ondan
Bilmez misin ki;
Senin yoksunluk sendromun doğuştan.

Dirilişin renksiz; sentetik malzemesi
Okyanusta bile klostrofobik,
İğne deliğinden aldığın nefes gibi...

Parmak uçlarında yaşadığın hayatında
Tut ki, düşmesin kanının şekeri
Yere çarpınca çok gürültü yapar
Yüksek frekanslı glükoz sesi...
Sonra rahatsız edeyim deme;

Uyandırmaya kıyamadığın düşlerini...

MAVİ BÜYÜK POŞETLER

Her yer değiştirişte biraz daha eliyorum anılarımı. Ne de olsa bana kalanların hepsi oturuyor... Yanımdaki koltukta.

Vazgeçmenin kolaylaştığı noktadayım.

Ve atıyorum kıyamadığım ne varsa.

Gittikçe büyüyor çöp torbaları.
İçimde boşluklar yaratıyorum usulca.
Boşlukları önemsemezdim hiç oysa ki....


Mavi büyük torbalara dönüşüyor kurtulduğum kabuğum.

Çünkü vakit; değişme vakti.

"Yeni alanlar yaratmanın ufak mucizeleri" oluyor nakliyenin diğer ismi.

Ne kadar vazgeçsem de onlardan;

Unutmuyorum elveda seramonimi.

Minik kutulara koyuyorum kendimi bir kez daha.



Özenle paketliyorum içimdekileri.

Ve istifliyorum üstüste;

Bir dahaki sefere büyük torbalarda poşetleyeceklerimi.


eskişehir, 23.12.2009